26 Nisan 2014 06:00

Hayatta kalanlar sosyal ölüme maruz kaldı

Dosyamızın son gününde Ermeni anneannesinin yaşadıklarını “Anneannem” adıyla kitaba taşıyan ve aynı zamanda Hrant Dink davasının avukatlarından olan Fethiye Çetin’le görüştük.

Hayatta kalanlar sosyal ölüme maruz kaldı
Paylaş

DOSYA: BÜYÜK ACININ TARİHİ, ERMENİ SOYKIRIMI -3

Hazırlayan: Şerif KARATAŞ

Dosyamızın son gününde Ermeni anneannesinin yaşadıklarını “Anneannem” adıyla kitaba taşıyan ve aynı zamanda Hrant Dink davasının avukatlarından olan Fethiye Çetin’le görüştük. Anneannesinin yaşadıklarını anlatan Çetin, “Unutmamak için yıllar boyu içinden tekrar ettiğinizi düşünebiliyor musunuz?​” dedi. Soykırımı yaşayanların ve soykırıma tanıklık edenlerin fısıltıyla günümüze kadar konuştuğunu anlatan Çetin, Ermeni Soykırımı ile yüzleşilmediği için yeni katliamların yaşandığına dikkat çekti.  

Tehcirden sonra hayatta kalan, özellikle çocuklar ve kadınlar neler yaşadı?

Genç ve güzel kadınlar genellikle kuma olarak alınmış ve Müslümanlaştırılmışlar. Erkek ve kız çocuklar ise hizmetkar, evlatlık, besleme olarak alınmış, dilleri, dinleri, isimleri değiştirilmiş. Bir de gizliden gizliye Ermeniliğini ve dinlerini yaşayanlar var.  Ayrıca özellikle İstanbul’da Ermeni olarak kalanlar da var. 1915’ten sonra bütün yaşananlara dair inanılmaz bir suskunluk izliyoruz. Sadece Ermeniler, Müslümanlaştırılmış Ermeniler değil bütün toplum 1915 konusunda suskun. Bu suskunluk o boyutlarda ki, özel alanları da kapsıyor. Kamusal alandaki suskunluğu bir anlamda açıklayabiliriz. “Yaşananlar öylesine korkunçtu ve devlet öylesine bir korku saldı ki bu nedenle 1915 vahşeti kamusal alanda dile getirilemiyor” diyebiliriz. Ancak sadece kamusal alanda değil özel alanda da bu konu yakın zamanlara kadar konuşulmuyordu. Ya da kapalı kapılar ardında fısıltıyla konuşuluyordu. Fısıltıyla da olsa yaşananlar kuşaktan kuşağa aktarıldı. İşte o fısıltılar bize ulaştı. Biz bunu, bugün bir biçimde konuşabiliyoruz.

UTANÇ SUSKUNLUĞU

Suskun kalınması ve sadece fısıltıyla konuşulmasının nedenini açıklayabilir misiniz?
Bunu sadece korkuyla açıklayamayız. Tabii korku inanılmaz boyutta. İnanılmaz bir vahşet yaşanıyor herkesin gözü önünde. Sonra da inkar ediliyor ve “unutun” deniyor, tarih yazımı, eğitim müfredatları, yasalar 1915’in unutulmasına yönelik hazırlanıyor. Ama öte yandan 1915’in konuşulmamasında korku ile birlikte, utancın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Özellikle özel alanlarda da konuşulamaz oluşunu utançla açıklıyorum. Çünkü 1915 herkesin gözü önünde uygulanıyor. Özellikle bazı bölgelerde insanlar 1915’te Ermenilere yapılanları izliyor. İzliyor ama müdahale edemiyor. Yani, komşunuza yapılan vahşeti görüyorsunuz ve sessiz kalıyorsunuz. Bu tanıklığın insanı bir ömür boyu sürecek utanca sürüklemiş olduğunu düşünüyorum. Komşunuz en vahşi biçimde öldürülüyor, kadınlar tecavüze uğruyor, evleri, malları yağmalanıyor ve siz bütün bu olup bitenlere seyirci kalıyorsunuz. Bu durumda yıllar boyu bu utancın altında ezilirsiniz. Ya da başka bir kesim, Ermenilerin mallarını talan ve yağmaya karışıyor. Gerçi büyük mallar, araziler, devlet kontrolünde dağıtılıyor. Ama toplumun azımsanmayacak bir bölümü de yağmaya, talana karışıyor. Bunun utancı da  etkiliyor...

YILLARCA YÜKSEK SESLE ANLATAMADI

Anneannenizin yaşadıklarını kitaba da taşımıştınız. Geride kalanların yaşadıklarına dair önemli bir örnek...
Anneannem 1915’te 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu. Yaşadıklarını o çocuğun gözünden  anlattı bana. Ailesinden koparılıyor. “Düşman” olarak gördüğü bir grubun içerisine atılıyor. Ondan dilini, dinini, adını unutması isteniyor, ailesini unutması isteniyor. Yeni dili, dini, ailesi oluyor. Yaşadıkları ağır travmatik olayları, acıları,  anlatamıyor. Sağ kurtuluyorlar. Ölüm değil ama bir anlamda sosyal ölüm onların yaşadıkları. Seni bütün kimliklerinden sıyırıyor ve yabancı bir grubun içinde başka bir kimliğe zorluyor. Ya onu kabul edeceksin ya da öleceksin başka yolu yok. Ve yıllar boyu bunu yüksek sesle anlatamıyor. Bana anlattığında kalemi kağıdı alıp yanına oturdum. Her şeyi çok net hatırlıyordu. Bütün isimleri, yerleri, yaşanan olayları, sonra bunları araştırdım. Ve hepsi doğru çıktı. Unutmamak için yıllar boyu içinden tekrar ettiğini düşünebiliyor musunuz? Daha sonra çok örnek dinledim bu konuda. Bir kısmı hiç anlatamadan ölüyor, bir kısmı ölüm döşeğinde anlatıyor. Bir kısmı daha erken anlatıyor. Bir evin son derece sevilen bir çocuğu iken birden başka bir evin hizmetçisi oluveriyor. Hatta bunu anlatmıştı, ‘Meğer besleme olmuşum’ diye. Besleme bizim oralarda bir biçimde hizmetçi çocuk anlamına gelir. Bütün hayatı boyunca çok istediği halde annesini ve babasını göremiyor. Kardeşi ile buluşamıyor. Benden ilk istediği “Bizimkileri bana bul” olmuştu. Böyle açılmıştı. Suskunluğun boyutunu anlamak için her konuştuğumuzda tekrar tekrar anlattığı bir hatırasını anlatacağım: Ölüm yolculuğunda, yani 1915 yılında köylerinden çıkarılıyorlar. Erkekler öldürülmüş. Kadınlar ve çocuklar ölüm yolculuğunda. Pek çok insan ölüyor yol boyu. Elazığ’ın Maden ilçesine geliyorlar. Dicle Nehri, Maden’in içinden akar. Maden köprüsünü geçince Dicle’nin her zaman deli gibi aktığı bir yer vardır. Oraya Hevler derler. Hevler denilen yere geldiklerinde anneannemin babaannesi iki erkek torununu suya atıyor. Çocuklardan biri kafasını suyun üstüne çıkarıyor. Babaanne çocuğun kafasını suyun içine itiyor. İkinci defa çıkıyor sudan çocuğun kafası, babaanne tekrar ittiriyor. Sonra kendisini de o sulara atlıyor. Anneannem bunu sürekli anlatırdı. Belli ki çok etkilemiş bu sahne onu. Bu olay yaşananların ağırlığı ve vahameti konusunda da bir fikir veriyor. Sonra şunu fark ettim ki: Maden’de bizim evimizin penceresinden tam da o Maden Köprüsü görünüyor. Yani yıllarca sizi çok etkileyen olayın geçtiği yere bakıyorsunuz ama bunu dillendiremiyorsunuz. Pikniğe giderken oradan geçerdik. Her gün bakıyorsunuz, yanından geçiyorsunuz ama bir tek gün bile ‘Biliyor musunuz burada’ diye başlayan bir cümle kuramıyorsunuz. Bu inanılmaz bir travma. Bu travmayı her gün yaşıyor. Öylesine acı, öylesine inanılmaz olaylar yaşanıyor ki; bütün ailesini öldüren şahıs, kadına tecavüz ediyor. Sonra kendisine eş yapıyor. Kadınlar ve çocuklar suskun kalarak kendilerini unutturmaya çalışmışlar belki de. Çünkü toplumda herkes onların dönme (Ermeni) olduklarını biliyor, unutmuyor, dışlıyor. Onlar bütün bunlarla susarak baş etmeye çalışıyorlar belki de.

Bunu çocuklarına ve torunlarına neden anlatmamış olabilirler?

Sanırım bu ağır olayı onlara aktarıp onların da bu toplumda dışlanmasını engellemek istediler. Susarak çocuklarını, torunlarını korumak istediler. Çünkü biz, Müslüman, Kürt, Türk hepsiyle arkadaştık. Onlarla ilişkilerimizi bozmak istemediler belki. Ben gençliğimde Türkiye sol hareketi içindeydim. Yani muhaliftim. Aynı zamanda hukuk fakültesini kazandım. Sanıyorum anneannem artık buna anlatabilirim diye düşündü ve anlattı.

Peki Türkiye halklarına çağrınız nedir?

Tarihimizdeki utanç verici sayfalarla yüzleşmediğimiz sürece bize rahatlık haram. Utancı biz kendimizden önceki kuşaklardan devraldık ama bizden sonrakilere devretmemek gibi bir sorumluluğumuz ve yükümlülüğümüz var. Çocuklarımıza nasıl bir ülke devredeceğimizle ilgili bu sorumluluk. Ancak biz 1915 Ermeni Soykırımından başlayarak tarihimizdeki bütün utanç sayfalarıyla yüzleşeceğiz. Özür dileyeceğiz. Onarıcı mekanizmaları hayata geçireceğiz. Ve tarih anlatısından başlayarak devletin yapısal kurumlarını, hukuk sistemini insan hakları ve özgürlükleri temelinde yeniden inşa edeceğiz. 1915 bu işin başı. Bununla yüzleşmeyi başladığımızda diğerleri için de yüzleşmeye başlamış olacağız. Bu konuda çok kararlı olmak gerekiyor. İnanmak gerekiyor. Bir birey olarak hem devletten hem de toplumun bütün bireylerinden tek beklentim bu.


‘EN BÜYÜK HAKSIZLIK’

Soykırımın yıldönümü yaklaştığı dönemde uluslararası diplomasi tartışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konu beni çok düşündürüyor ve üzüyor. Neden? Adına soykırım diyorlar ama insana inanılmaz acılar yaşatan bu büyük kötülüğü ne yazık ki siyasi malzeme yapıyor devletler. Her bir devlet onu araçsallaştırıyor. Bir siyasi malzeme olarak birbirlerine karşı kullanıyorlar. Yıllardır Amerika’da 24 Nisan’da başkan ne diyecek? diye beklenir. Ve soykırım denilmesin diye inanılmaz rüşvetler verilir. İnanılmaz paralar harcanır. 24 Nisan geldiğinde Amerika aldıklarından memnun olur ki ve soykırım demez başka bir şey der 1915 için. Bu yaklaşım bence 1915’i yaşamış insanlara yapılmış en büyük haksızlık ve çok büyük bir suç. Acının araçsallaştırılması ve siyasi bir malzeme haline getirilmesi, soykırımın kendisi kadar büyük bir suç. Bu, her şeyden önce hiç insani değil. Bir kere bundan sıyrılmak gerekir...


‘YÜZLEŞMEDİĞİMİZ İÇİN YENİ KATLİAMLAR YAŞANIYOR’

Türkiye’deki Ermenilerin soykırımın yıl dönümünde talepleri nelerdir?
Ermeniler sadece o dönem soykırıma uğramadılar. İnkar politikası nedeniyle yüz yıldır bu soykırım devam ediyor. En basit haliyle ele alalım: Size karşı ben suç işledim. Ve siz adaletin yerine getirilmesini istiyorsunuz. Ben bunu inkar ettiğim gibi sizi suçluyorum. Bu çok büyük bir adaletsizlik. Bu devam ediyor sürekli. O nedenle artık soykırımın kabul edilmesi ve tanınması ve yapılanlarla yüzleşilmesi lazım. Sadece onlar için değil, yaşadığımız toplumu oluşturan tüm bireyler açısından da önemli. Çünkü biz Ermeni olalım ya da olmayalım bu büyük travmayı önceki kuşaklardan devraldık. 1915’le yüzleşmediğimiz için, şiddeti en üst boyutlarda yeniden yaşıyoruz. Yüzleşmeyi başaramadığımız için sayısız katliamlar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bugün şikayet ettiğimiz hemen her haksızlığın, adaletsizliğin altında yapısal olarak 1915 var. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1915 soykırımı üstünde kuruldu. Soykırımcı zihniyetiyle kurulan devletin bütün kurumları ve yasaları da buna uygun bir biçimde oluşturuldu. Soykırımı inkar etmek, Ermeni, Rum mallarının üzerine oturmak amacıyla çıkarılmış yasalar, hukuk sisteminin temelini oluşturuyor. Devlet bu amaca uygun olarak dizayn edildi. Bizi soktukları o girdaptan bunun için çıkamıyoruz.


‘KAOS HALİ DEVAM EDECEK’

Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçim var. Son Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde gayrimüslimlere yönelik saldırılar yaşandı. Hrant Dink katledilmişti. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde taraflar kendi aralarındaki kavgayı, ne yazık ki yine Ermeniler, azınlıklar, Hıristiyanlar üzerinden yürüttüler. Bu çok acı. Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015’in yaklaştığı bir dönemde yapılacak. Bu nedenle pek çok çevrede büyük bir tedirginlik var. Benim yöneticilerden beklentim, ne olursa olsun bu tedirginliği arttıracak politikalardan, söylemlerden kaçınmaları, aksine mümkün olduğunca insanlara güven verecek adımlar atmaları. Fakat ne yazık ki öyle görünmüyor. Sanırım Cumhurbaşkanlığı seçime kadar, bu kaos hali devam edecek. Umarım bu süreci kayıplar vermeden atlatırız. Yeni acılar yaşamayız.


KESAB’DA DOĞUP VAKIFLI’YA GÖMÜLMEK

Aris NALCI

Suriye’nin Kesab kasabasındaki çatışmalardan kaçarak 10 gün önce Türkiye’ye gelen 82 yaşındaki Ermeni Luder Tırtıryan geçirdiği kalp krizi sonucunda Vakıflı köyü’nde hayatını kaybetti.
Tırtıryan için Vakıflı Mahallesi Ermeni Kilisesi’nde cenaze töreni yapıldı.
Törenin ardından Tırtıryan’ın tabutu omuzlarda taşınarak Vakıflı Mahallesi Ermeni Mezarlığında toprağa verildi.
Hatay Bölgesi Ermeni Kiliseleri sorumlusu Peder Avedis Tabasyan tarafından yönetilen ayine Hatay Valisi Celalettin Lekesiz, Samandağ Kaymakamı Süleyman Özçakıcı, Samandağ Belediye Başkanı Mithat Nehir ile askeri ve sivil erkan, Vakıflı Mahallesi sakinleri katıldı.
Tırtıryan’ın ailesi Lazkiye’ye sığınan Kesablılar arasında. O yüzden de cenazeye katılamadılar.
Suriye’deki iç savaş işte bu yüzden Ermenilerin yüzüne bir başka yansıyor.
Luder Tırtıryan Kesablı. Ataları Türkiye’deki topraklardan sürüldü. Ardından Suriye’deki iç savaş nedeniyle bir kez daha Türkiye’ye sürüldü. Ama istemeden, bilmeden.
O da Kesab’da kalan son Ermeniler gibi “Lazkiye’ye götürüleceğine” Türkiye’ye getirilenler arasındaydı. Kesab’da doğup Vakıflı’ya gömülmek, doğduğu topraklardan uzak ama atalarının topraklarına yakın gömülmek 24 Nisan öncesinde bir kez daha Kesab’ın neden Kesab olduğuna bakmamızı sağladı...
Kesab neredeyse 6 bin yıllık geçmişe sahip bir yer. Suriye’nin denize yakın kasabalarından biri ve aynı zamanda 1915’teki Ermeni Soykırımı’ndan kurtulanların sığındığı bir vaha... Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Ermeniler oluşturur, Aleviler ise azınlıkta...
Ermeniler için bu kadar büyük bir öneme sahip olmasının sebebi ise dünya üzerinde 1915’ten sonra köy kültürünün yaşatılabildiği 3 merkezden biri olması. Suriye’de Kesab, Türkiye’de Vakıflı ve Lübnan’da Anjar Kasabaları...
Soykırıma uğrayan Ermeniler mecburi sürgünlerinde diasporada ve Türkiye’de şehirleştiler. Başka seçenekleri yoktu. Kaçışları onları başlarına bir şeylerin gelmeyeceğine inandıkları metropoller sürüklemişti. (Her ne kadar metropollerde cinayetler sürdü ise de)
İşte bu yüzden köy kültürünü unuttular.
Unutturuldular.
Bu yüzdendir ki Ermeniler arasında köy edebiyatı çok önemlidir.
1907’de Erzincan’daki köyüne dönen Hagop Mıntzuri ve onun gibiler başlıca edebiyat simalarımız arasındadır...
İşte bu yüzden Kesap Ermeniler için bir onur meselesidir...
O yüzdendir ki son ana kadar Kesablılar orada kalmaya devam ettiler.
Dünyanın başka yerinde bulamayacağınız Ermeni izci kulüpleri vardır Kesab’ta.
Her yaz kasabanın 2000 kişilik nüfusu 30-35 binlere çıkıyor. Dünyanın birçok merkezinden Ermeni aileler Kesab’a çocuklarını gönderiyorlar. Orada o çocuklar kiliselerin, okulların, derneklerin evlerin bakımlarını yapıyorlar...
Kesab 14. yüzyıldan beri göçmenlerin geçiş
noktasıydı. Ermenilerin gelişleri de bu tarihlere tekabül ediyordu. Daha sonra 1909’da Adana ve çevresindeki katliamlar ilk Kesab’a sıçradı. 1909’un artçısı 1915 oldu ve Ermeni kaynaklarına göre 1900’lerin başlarında ekonomik olarak giderek gelişen kasabada 6 bine çıkan nüfusun 5 bini 1915’te Der Zor çölünde öldürüldü.
1919’da Kesablılar memleketlerine döndüklerinde artık orada bir azınlık olmuşlardı. Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Ermenistan’a göçler yaşanmıştı. Orada çalışanlar artık sadece yaz aylarında Kesab’ı ziyaret ediyordu.
Daha sonra aynı göç dalgası 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşandı.
Yine bir uzaklaşma ve göç nüfusu daha da dağıttı. (Kaynak http://www.kessabtsiner.com)
Kesabın ve Kesablıların tarihi hep böyle gitgellerle dolu.
İşte bu gitgeller, 1915’te diğer ülkelere göç edenlerin, en azından bir süre sonra, kendilerine o ülkelerde kurdukları düzeni Kesablıların kuramamasına sebep oldu belki de...
Tarihi Ermeni kasabası Kesab Newroz’dan beri (21 Mart) zor günler geçiriyor. Nihayi durum belli olmasa da Kesab’a saldırıyı Özgür Suriye Ordusunun bir parçası olan Ahrar el-Sham örgütünün yaptığı söyleniyor.
Saldırısı öncesinde Kesab’taki askeri birliklere gelen bilgiler doğrultusunda Ermeni ve Alevilerin yaşadığı köy tamamen boşaltılmış.
Ermenilerin saldırılar olmadan köyü tamamen boşaltması, saldırıların bilgisinin önceden edinildiğini gösteriyor. Ancak Alevi ailelerin ne durumda olduğuna dair Ermenice kaynaklarda herhangi bir bilgi yok.
Sosyal Medya’dan iletişim kurduğumuz Kesab’lılar, 21 Mart akşamı kenti boşaltıp Lazkiye’ye (Latakya) gittiklerini söylüyorlar.
Zaten bir süredir bölgede belirgin bir rahatsızlık olduğunu söyleyenler Türkiye’nin Suriye’nin uçağını düşürmesiyle gerginliğin en yüksek noktaya çıktığı görüşündeler.

ÖNCEKİ HABER

Şırnak doğa için direniyor

SONRAKİ HABER

Nevşehir\'de maden ocağında göçük: 1 ölü 12 yaralı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa